22 Haziran 2013 Cumartesi

Iron Man 3 - Demir Adam 3 Tanıtım Yazısı

FİLM AFİŞİ


FİLMİN FRAGMANI


Orjinal Adı : Iron Man 3
Vizyon Tarihi : 3 Mayıs 2013
Süre : 131 Dakika
Yönetmen : Shane Black
Tür : Aksiyon - Bilim Kurgu
Ülke : ABD- ÇİN

FİLM ELEŞTİRİSİ

Hayal kırıklığı yaratan ikinci bölümden sonra Iron Man efsanesi ilk filmi başarılı kılan bütün elementleri geri getirerek tatmin eden bir süper kahraman mitolojisi yaratıyor. Iron Man 2 ve Cowboys and Aliens ile yaratıcılığının biraz kaybolduğunu gösteren Jon Favreau, akıllıca yazar ve yönetmen sorumluluklarını Lethal Weapon serisini yazıp belki de türü için fazla akıllı olduğu için para kazanmamış muazzam polisiye Kiss Kiss Bang Bang’i yönetmiş Shane Black’e bırakıyor.

Favreau’nun ilk filmde yaptığı gibi bu sefer Black’in Hollywood’un A-listi yönetmenlerinden biri olarak kendini kanıtlaması lazım. Belki de işte bu yüzden ilk filmden özlediğimiz enerji ve yaratıcılık, hikaye ve karakter odağı geri dönüyor. Iron Man 3, her başarılı süper kahraman filminin yaptığı gibi muhteşem özel efektleri sempati duyabileceğimiz karakterlerin gerçek zorluklarla başa çıkması etrafında oluşturarak Marvel’in Avengers’dan sonra ‘İkinci Safha’ adını verdiği yeni seriyi gerçek anlamıyla havai fişekler eşliğinde bir şölen olarak başlatıyor.

Filmin yeni kötü adamı açgözlü mucit Aldrich Killian’ın (Guy Pearce) yaptığı seçimlerin başlangıcını açıklayan, 1999’da geçen bir flashback’ten sonra (bu flashback’te ilk filmde kaybettiğimiz bir karakteri görmek sevindiriyor) son iki filmde fazla kendini beğenmiş bir hava takınan milyarder Tony Stark/Iron Man’in (Robert Downey Jr.) Avengers’da geçirdiği olaylardan sonra panik ataklardan yakındığını öğreniyoruz. Shane Black, ilk dakikadan Stark’ın egosunu bir kaç katman indiriyor.

Sonunda ilk filmin en sevdiğimiz tarafı bu kendini beğenmiş milyarderin kaçırılıp elinden herşey alındıktan sonra kendini yeniden bulması ve bu sayede kötü adamlara karşı savaşması değil miydi? Shane Black ve Drew Pearce’in senaryosu ilk perdede Stark’ın bütün hayatını alt üst ederek Iron Man zırhı olmadan, kendi mütevazi imkanları ile ülkesini ve sevdiği Pepper Potts’u (Gwyneth Paltrow) kurtarmak zorunda kalmasına odaklanıyor. El altında zırh kostümü olmayınca filmin ikinci perdesi Stark karakterini neden sevdiğimizi, olayın sadece karizma ve kendini bilmişlikten kaynaklanmadığını bir kere daha gösteriyor.

Stark’ın bu sefer korkması gereken çok sebep var. Multi-kültürel, acımasız terörist Mandarin (Ben Kingsley), biyolojik silah olarak kullandığı askerler ile dünyayı kontrolü altına almak üzeredir. Mandarin’in güçlerinin kaynağı ise Killian’ın Extremis kod adlı bir süper virüsüdür. Stark’ın tarafında ise süper aklı ve neredeyse kendisiyle aynı oranda kendini bilmiş velet Harley (Ty Simkins) vardır. Genelde sırf çocuk seyirciyi çekmek için yaratılmış izlenimi veren bu numaralar işe yaramaz ama bu sefer Downey Jr. ve bu çocuk oyuncu arasındaki kimya organik olarak gelişiyor ve bu yüzden affetmemek mümkün değil.

Açıkçası hikayenin nereye gittiğini tahmin etmek kolay olsa bile Mandarin hakkındaki bazı sürprizleri beklemiyordum. Ben Kingsley, kendisinden beklenen ani ton değişiminin mükemmel bir biçimde altından kalkıyor ve filmin en eğlenceli anlarını yaratıyor. Ancak bu kadar usta bir aktör iki tamamiyle değişik oyunculuk türünü aynı filmde eforsuzca bir araya getirebilirdi. Filmin yarısından sonra pek mantıklı olmazdı tabii ama Kingley’in bir kaç sahnede daha gösterilmesini isterdim açıkçası.

Shane Black’e özgün oynak espri anlayışı Iron Man 3’e bir tazelik aşılıyor. Kiss Kiss Bang Bang’in odaksız ve bile bile yalapşap anlatıcı sesini kullanan açılışı (bu anlatımın ilginç kaynağını öğrenmek için bitiş jeneriğini sonuna kadar izleyin) ve Stark’ın bir türlü çalışmayan zırh esprileri tipik Shane Black senaryo numaraları. Black’in kendine ait karizmatik ve rahat stili Stark’ın karakterine tam uyuyor.

Filmin problemleri var tabii, ama her süper kahraman fantezisinden bekliyoruz bazı konu anlamsızlıklarını. Bu problemlerin hepsi de Iron Man 3’ün belli bazı notaları doğru yerde çalmak zorunda kalmasından kaynaklanıyor. Mesela Stark’ın her daim eli altında bulunan bir yardımı son ana kadar bekletmesinde gördüğüm kadarıyla sırf bu kadar özel efektli çatışma sahnelerinin üçüncü perdeye ayrılması gerekmesi haricinde bir sebep düşünemiyorum.

Ayrıca bütün bu karakterleri Avengers ile biraraya getirmenin problemleri sırıtmaya başlıyor. Potts’un yaşamının tehlikede, Stark’ın ile çulsuz olduğu bir anda Nick Fury’ye yapılacak bir telefon konuşması çok yararlı olabilirdi. Hulk, Kaptan Amerika ve geri kalanlar nerede? Bu onların filmi değil gibi basit bir açıklama dışında bir cevap bulunabilirdi. Aynı problemler yavaş yavaş DC’nin Justice League filminden sonra da sırıtmaya başlayacak bence.

Iron Man 3, fazla aceleye getirilmiş izlenimi veren ve Stark’ı Stark yapan bir elementi çabucak elden atan sonu yüzünden ilk filmin başarısını yakalayamıyor. Fakat ikinci filmden çok çok daha iyi olduğu kesin.


Snitch - Muhbir Detaylı Bakış

FİLM AFİŞİ


FİLMİN FRAGMANI


Orjinal Adı : Snitch
Vizyon Tarihi : 14 Haziran 2013
Süre : 112 Dakika
Yönetmen : Ric Roman Waugh
Tür : Aksiyon
Ülke : ABD - Birleşik Arap Emirlikleri

FİLM ELEŞTİRİSİ

Dwayne Johnson, beyazperdeye adım attığı ilk günden bu yana, testesteron yüklü vücuduyla doğru orantılı bir kariyer büyümesine erişmiştir. Emekliye ayrıldığı ve bir hayli popüler olduğu güreş dünyasında, spora veda ettikten sonra bile dünya çapında eşine az rastlanır bir hızla hayran sayısını günden güne arttırmaya devam eden, protein tozu bağımlısı bu aktör, aksiyon filmlerinde, Jean-Claude Van DammeSylvester StalloneArnold Schwarzenegger gibi kas ekollerinin yeni dönemdeki popüler ikonu. Sportif yetenekleri, atletik vücudu ve kendine özgü sevimliliği ile sinema dünyasında dur durak bilmeden yükselişini sürdürmekte olan Dwayne Johnson ve “adeleleri” Muhbir adlı bu aksiyon sineması örneğinde de başrolü paylaşıyorlar.

Uç nokta ticari Hollywood sinemasına has klişelerin birçoğunu bünyesinde barındıran Muhbir, “macerasever” izleyiciyi tatmin edecek bir çok unsura sahip olsa da Johnson’ın ne etinden ne de sütünden yeterince yararlanabilmiş gibi görünüyor. İster istemez “The Rock” namıyla maruf Dwayne’ın beyazperdede esip gürlemesini, yakıp yıkmasını bekleyen izleyicinin muhtemelen en büyük şaşkınlığı, karşılarında “kalıbının adamı olmayan” bir karakter ile yüzleşmek olacaktır. Filmde efsanevi The Rock, hayranlarının karşısına kaya gibi sert bir macera adamı değil, sümsük bir tüccar olarak John Matthews kılığında çıkıyor.

İlk şoku atlattıktan sonra izleyicinin vurdulu kırdılı filmlerin alameti farikası olan şiddet gösterisi beklentisi içerisine girmesini anlayışla karşılayabilirim. Zira Johnson’ın varlık sebebi bu. Sinemaya adım attığı ilk filminden bu yana hep “çapulcu” rollerde, yakıp yıkmakla, kırıp dökmekle, esip gürlemekle şöhret kazandı. Ama John Matthews, her ne kadar pisliğe bulaşacak olsa da kaslarının hakkını vermekten sürekli imtina ediyor. Üstelik metazori uyuşturucu işine bulaştığında dahi “iş arkadaşına” etik davranmayıp “işadamı” kimliğine yaraşır bir şekilde kata-kulli ile torbacılığı harmanlamaya çalışması John Matthews ile izleyicinin empati kurmasını zorlaştırıyor.

Filmde John’un “yancısı” rolünde Daniel James karakterini canlandıran  Jon Bernthal hakikaten iyi bir oyuncu. Kurguda eksik kalan “inandırıcılık” temasını etkili oyunculuğu ile diri tutmaya çalışıyor. Ancak bana kalırsa her ne kadar kısa bir rolü olsa da filmde “Müslüman eroin taciri” figürü Malik olarak karşımıza çıkan Michael K. Williams, olağanüstü bir sahicilikle filme narkotik bir derinlik ve tehditkar bir heyecan katma bağlamında en az Daniel James kadar pay sahibi (Her ne kadar filmde İslami tonlamaların tesbih-takke ikilisiyle vurgulanmaya çalışılması komik kaçsa da Malik sarkastik ve yerel uyuşturucu mafyası jargonuyla rolünün hakkını veriyor).

Thelma & Louise’in efsaneler-üstü baş kahramanı Susan Sarandon ise keşke kendini bu yapımda harcamasaydı demek istiyorum. Her ne kadar onu beyazperdede izlemek bir keyif olsa da Joanne Keeghan rolüyle canlandırdığı hırslı bürokrat karakterine yeterince gerçeklik duygusu kat(a)madığını üzülerek bildirmek zorundayım. Tabii bu noktada Amerikan sinemasında yaşı kırkı aşmış kadın oyunculara yaşam hakkı tanınmadığı yolunda bir itiraz gelebilir. İşte evet, tam da buna itiraz ediyorum! Susan Sarandon’ların etkileyici oyunculuklarını sergileyebilecekleri filmlerin çoğalmasını diliyor ve Hollywood ticari sinemasının hep daha gence hep daha güzele yatırım yapmasını eleştiriyorum. Nitekim; bir Hollywood yapımında araba patlamaz ise o filme aksiyon demem ben, diyenlerdenseniz üzülmeyin. Araba patlaması, kovalamaca sahneleri, çatışma ve silah gürlemeleri Muhbir’de gırla. Senaryoda tüccar kimliği sırıtan John Matthews, iş kamyon şöforlüğü ve tır sürücülüğüne gelince gayet uyumlu bir oyunculuk sergilemeye başlıyor ve oğlu için canını feda eden baba figürü biraz olsun anlam kazanmaya başlıyor. Sonuç itibariyle Muhbir, Dwayne Johnson’dan efsanevi bir kahraman bekleyenler için hayal kırıklığı ancak sinemada kuruyemiş eşliğinde vakit geçirmek isteyen serüvenciler için biçilmiş kaftan.



Star Trek : İnto The Darkness - Star Trek : Bilinmeze Doğru Detaylı İnceleme

FİLM AFİŞİ


FİLMİN FRAGMANI



Orjinal Adı : Star Trek - Into The Darkness
Vizyon Tarihi : 7 Haziran 2013
Süre : 130 Dakika
Yönetmen : J.J Abrams
Tür : Bilim Kurgu - Aksiyon - Macera
Ülke : ABD


Bilinmeze Doğru Star Trek, eski usül Uzay Yolu ile nefes kesen blockbuster sineması arasında muazzam bir denge yakalayan mükemmel bir eğlencelik. Yönetmen J.J. Abrams, Uzay Yolu yaratıcısıGene Roddenberry’nin vizyonunu ayakta tutarken seriyi yeni bir jenerasyona uyarlamayı 2009 yapımı başarılı "reboot"tan bile daha ustalıkla beceriyor.

Tabii ki bu dedenizin Uzay Yolu değil, ama neden olsun ki? Enerjik ve aksiyon dolu yollarla yeni jenerasyonu Uzay Yolu mitolojisine çekmek için misyonunu fazlasıyla yerine getiriyor film.

2009 yapımı reboot Kaptan Kirk (Chris Pine), Spock (Zachary Quinto) ve Atılgan ekibinin orijin hikayesini sunarken alternatif bir Uzay Yolu zaman dilimi yaratıyordu. Deli Kaptan Nero’nun geçmişe dönüp zamanın akışını değiştirdiğinden beri Atılgan ekibinin orjinal diziye alternatif bir hikayesini takip ediyoruz.

Bu akıllı yaklaşım, yeni serinin yapımcılarına Uzay Yolu mitolojisine sadık kalırken kendi hikayelerini de yaratmaları için izin veriyor. Biraz düşünürsek her reboot yeniden başlattığı serinin dünyasında alternatif bir evren yaratıyor zaten bir bakıma. Batman & Robin’in Christopher Nolan’ın Kara Şövalye üçlemesi ile aynı evrende geçtiğine inanmak zor açıkçası.

Bu yaklaşımla yaratılan özgürlük, JJ Abrams ve ekibine kendi Uzay Yolu hikayelerini yaratmak için hayal güçlerine yardım ediyor. Bu alternatif zamanda Kirk ve Spock, düşman olarak tanışıyorlar ve Spock’un gezegeni Vulcan yok ediliyor. Diğer yandan Kaptan Kirk babasız büyüdüğü için daha asi bir kişiliğe sahip. Bu sayede Chris Pine, William Shatner’a oranla daha tutkulu bir karakter yaratabiliyor.

Reboot’un bu ikinci bölümü, orijinal Uzay Yolu’na göndermelerde bulunup aynı zamanda kendi hikayesini de yaratıyor. Bu bölüm, bir bakıma orijinal filmlerden birini yeniden çekmesine rağmen ferah bir yeniliğe sahip.

Aslına bakarsanız Uzay Yolu hayranları için filmin gizli tuttuğu bazı sırları açıklamamak amacıyla hangi orijinal seri bölümünü ve filmi yeniden çektiğini söylemek bile zor. Yine de bir sürü Trekker’ın artık sırrı çözdüğü bariz. Hatta filmin IMDB sayfasında bile bu gizli karakterin gerçek kimliği açıklanmış.

2009 edisyonunda olduğu gibi kinetik aksiyon, Yıldız Savaşları usülü ‘fizik üzeri eğlence’ stili, hızlı tempo ve lens parlamaları geri dönüyor. Abrams’ın yeni Yıldız Savaşları’nı yönetmek için seçilmesine şaşırmamalı. Buna rağmen ilk filmin orijin hikayesini aradan çıkardığı için ustalıkla elden geçirilmiş, daha klasik bir Uzay Yolu hikayesi izliyoruz.

Film, James Bond usülü bir jenerik öncesi aksiyon açılışı ile başlıyor. Atılgan ekibi gizli olarak primitif bir halkı volkanik bir patlamadan kurtarmaya çalışırken Kaptan Kirk, Spock’u kurtarmak için zor bir seçim yapmak zorunda kalıyor. Fakat bu sırf aksiyon olsun diye beyinsiz bir açılış değil. Filmin temalarını muazzam bir biçimde aksiyonun içine sıkıştırıyor.

Bu noktadan sonra Kirk ve ekibi, John Harrison (Benedict Cumberbatch) isimli bir teröristin peşinden gidiyor. Harrison, federasyona olan saldırılarını o kadar abartıyor ki, Kirk 72 nükleer roketle Harrison’un yaşadığı ıssız bir gezegeni yok etmek için yola koyuluyor. Fakat zaman içinde Harrison’un gerçek kimliği ve roketlerin arkasındaki gizem açıldığında Kirk ve Spock, çok daha derin bir komplo içinde olduklarını görüyorlar.

Harrison’un orijinal karakteri abartı ama karizmatik bir aktör tarafından canlandırılmıştı. Cumberbatch’in hipnotik performansı ise karakterin orijinine sadık kalmasına rağmen egotizm yerine akıl gücüne odaklanan kurnaz bir avcı sanki. Tek küçük şikayetim Hintli olması gereken bu karakterin beyaz bir aktör tarafından canlandırılması.

Filmin ikinci perdesi neredeyse tamamen Atılgan’ın içinde geçerek klasik Uzay Yolu bölümlerini hatırlatıyor. Ekip, bu sayede iki değişik seyirciyi bir araya çekmeyi başarıyor. Abrams çoğu sahneyi eski Uzay Yolu’ndan bildiğimiz filozofik tartışmalar ile başlatarak genel seyircinin beklediği hızlı tempo aksiyon ve muazzam özel efektleri de sonradan sunuyor. Kirk ve Harrison’un bir gemiden diğerine yaptığı imkansız sıçrama sekansı bile bilet parasına değer.

Yeniden çektiği filmin unutulmaz bir sekansını değişik bir biçimde elden geçiren filmin, orijinal sekansın duygusallığını yakalaması etkileyici bir başarı. Bilinmeze Doğru Star Trek, şu ana kadar yılın en iyi blockbuster filmi.